BERCESTE VE İZAHI – 108
BERCESTE VE İZAHI – 108
1. Hâzık’tan Bir Beyit: Hırs ve Kanaatsizlik Yanılması
İktibas:
İlâc ancak gûrişne-çeşm müşt-i hâk-i lahdîdir
Halâs olmaz hezârân gence mâlik olsa zilletden
İzah ve Açıklama:
Bu mısralar, meşhur şair Hâzık’a aittir ve enaniyet, hırs ve kanaatsizlik konusundaki derin bir hakikati tasvir eder. Gözü doymayan, her şeye malik olmak isteyen bir kişinin derdinin yegâne dermanı, ancak kabrinin bir avuç toprağıdır. Zira hayattayken mal ve mülk peşinde koşan bu şahsın açgözlülüğü, onu daima bir zillet hâlinde bırakır. Ne kadar servete sahip olursa olsun, kanaatsizlik ve doyumsuzluk sebebiyle asla hakiki bir huzura ve kurtuluşa kavuşamaz.
Makale:
Hayat, insan enaniyetinin ve tabiatının zahiri ve derûnî tecellilerini gösteren bir ayna gibidir. Hâzık’ın bu beyti, enaniyetin en tehlikeli ve en yanıltıcı tezahürlerinden biri olan hırsı, çarpıcı bir surette gözler önüne serer. İnsanlık tarihi boyunca, sayısız padişah, hakan ve zengin, mal ve mülklerini artırma arzusuyla yanıp tutuşmuştur. Lakin bu uğurda sarf ettikleri çabalar, onları hakiki bir fazilete ve mutluluğa ulaştırmaktan ziyade, daha büyük bir zillet ve mutsuzluğa sevketmiştir.
Bu beyitteki “gûrişne-çeşm” (açgözlü) tabiri, sadece maddi varlıklara karşı duyulan bir hırsı değil, aynı zamanda makam, şöhret ve kudrete olan doyumsuzluğu da tasvir eder. Bu doyumsuzluk, insanı daima bir koşuşturma ve yanılma tekrarına hapseder. Oysa ki, hakiki huzur ve kurtuluş, maddi varlıkların çokluğunda değil, kalbin kanaatle mutmain olmasında gizlidir. İnsanoğlunun son durağı olan kabir toprağı, bu dünyevi hırs ve koşuşturmanın anlamsızlığını isbat eden nihai bir hakikattir. Toprak, en fakir ile en zengini, en kudretli ile en acizi eşitler. Hırsla biriktirilen hazineler, orada hiçbir kıymet ifade etmez. Hâzık’ın bu mısraları, tarihin bize anlattığı ibretli hadiselerle de bağlantılıdır. Nice zenginler, hırs sebebiyle dostlarını kaybetmiş, nice krallar doyumsuzluk yüzünden memleketlerini harabeye çevirmiştir. Bu, insanın tabiatındaki açgözlülükle mücadele etmesi gerektiğine dair cihan şümul bir tenkittir.
2. Yunus Emre’den Bir Beyit: Amelin Temelinde Marifetullah
İktibas:
Okudum bildim deme çok ta’at kıldım deme
Eri Hak bilmez isen abes yere yelmekdir
İzah ve Açıklama:
Yunus Emre, bu mısralarda zâhiri ilim ve ibadetin tek başına kâfi olmadığını, asıl olanın “Hak”ı bilmek, yani Allah’a gerçek manada vâsıl olmak olduğunu belirtir. Çok ibadet etmek, çok ilim tahsil etmek zahiri amellerdir. Eğer insan bu amellerle enaniyetinden sıyrılamıyor ve Cenab-ı Hakk’ı hakiki manada tanımıyorsa, bütün bu çabaları boş ve faydasızdır.
Makale:
Anadolu hikmetinin en müstesna şahsiyetlerinden olan Yunus Emre, eserlerinde derûnî ve zâhirî hayatın zıtlık ve aykırılıklarını incelikle tasvir eder. Bu beyit, o zıtlık ve aykırılıklardan birini, yani şekilcilik ve öz arasındaki farkı açıkça ortaya koyar. İlim ve ibadet, İslam düşüncesinde hayati bir öneme sahiptir; lakin Yunus Emre, bu eylemlerin tek başına bir fazilet olmadığını vurgular. Hakiki manada bir fazilet, bunların Allah’ı bilmek ve tanımak (marifetullah) maksadıyla yapılmasıyla tahakkuk eder.
Bu beyit, İslâm tasavvufundaki “İnsan-ı Kâmil” düşüncesinin de bir tezahürüdür. İlim tahsili ve ibadet, insanı Hak’ka yaklaştıran bir vasıtadır. Ancak eğer bu vasıtalar, insanı kendi enaniyetine hapseder ve onu Hak’tan uzaklaştırırsa, o zaman bu çabalar sadece kuru birer laftan ve boş birer gayretten ibaret kalır. Bu durum, tarihteki nice din âliminin ve zâhidin, ilimleri veya ibadetleriyle kibirlenip sapkınlığa düştüğü, hatta bu sebeple zilletle baş başa kaldığı vakalarla da bağlantılıdır. Yunus Emre, bu beytiyle okuyucuyu derûnî bir tefekküre davet eder: “Gerçekten kime ve niçin ibadet ediyorsun? İlmin ve amelin seni Yaradan’a mı, yoksa enaniyetine mi yaklaştırıyor?” Bu sualler, insanı Hak’ka doğru giden yolda daima uyanık tutmayı amaçlar. Bu düşünce, sadece felsefi bir bakış açısı değil, aynı zamanda mümin için hayatî bir uyarıdır.
3. Ziya Paşa’dan Bir Beyit: Sırlar ve Nazar
İktibas:
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnûn
Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın
İzah ve Açıklama:
Ziya Paşa, bu mısrada insanın derûnî sırlarının hiç ummadığı kişiler tarafından fark edilebileceği ve hatta açığa çıkabileceği hakikatini anlatır. İnsan, çevresindeki herkesi gaflette ve kör zannederken, aslında kendi sırlarının başkalarının bakışı ve nazarı altında olduğunu unutmamalıdır.
Makale:
Ziya Paşa’nın bu beyti, insan ilişkilerinin karmaşık yapısını ve enaniyetin bir başka veçhesi olan kibir ve aldanmayı tasvir eder. İnsan tabiatı, zaman zaman başkalarının kendisinden daha az akıllı veya daha az dikkatli olduğunu sanma eğilimindedir. Bu yanlış inanç, kişinin kendi sırlarını ve kusurlarını saklayabileceği yanılmasına sebep olur. Lakin hayatın bağlantıları ve hikmeti, bazen en beklenmedik anda en derûnî sırların açığa çıkmasına vesile olur.
Beyitteki “kör âlem” ifadesi, insanın kendini diğerlerinden üstün görme ve herkesin kendi zaaflarına karşı kör olduğunu düşünme hatasını tasvir eder. Bu durum, psikolojik bir olgu olmasının yanı sıra, sosyolojik ve ahlaki bir tenkiti de ihtiva eder. Tarih boyunca nice hükümdar, vezir ve diplomat, başkalarını küçümseyerek gizli planlar yaparken, en ummadığı bir kişi tarafından ifşa edilmiş ve zilletle karşı karşıya kalmıştır. Bu beytin muhtevası, sadece tarihi vakalarla değil, aynı zamanda gündelik hayattaki ilişkilerle de bağlantılıdır. Söylediklerimiz, yaptıklarımız, hatta suskunluğumuz bile başkaları tarafından dikkatle nazara alınır ve biz farkında olmasak da derûnî yapımız dışa vurur. Bu, insanın her an bir nazar ve bakış altında olduğu ve bu sebeple hal ve hareketlerine dikkat etmesi gerektiği hususunda ibret verici bir derstir.
4. Hz. Mevlânâ’dan Bir Beyit: Gönül Yarası
İktibas:
Hâr der-pâ şod çonîn duşvâr yâb
Hâr der-dil çon beved v-â-deh cevâb
İzah ve Açıklama:
Hz. Mevlânâ, bu Farsça mısralarda insanın gönül yaralarını, ayağa batan bir diken örneği üzerinden tasvir eder. “Ayağa batan bir dikenin bile bulunması bu kadar güç oluyorken, gönüle batan diken nasıl bulunur?” diye sorar. Bu beyit, gönül yarasının ne kadar derûnî, görünmez ve bulunması zor bir şey olduğunu izah eder.
Makale:
Hz. Mevlânâ, düşünce ve hikmetinin merkezine insanı ve onun derûnî alemini koyar. Bu beyit de, onun bu derin bakış açısının bir numunesidir. İnsanın ayağına batan bir diken, zahiri bir acıdır ve bir süre sonra yeri bulunur ve çıkarılır. Lakin gönüle batan bir diken, yani kalp yarası, ne bir gözle görülebilir ne de bir el ile tutulabilir. Bu yara, derûnî âlemde saklı kalır ve kişinin hayatını derinden etkiler.
Bu mısra, edebiyatta ve tasavvufta sıkça işlenen “gönül sırrı” temasının en etkileyici tasvirlerinden biridir. İnsan, etrafındakilere ne kadar neşeli ve huzurlu görünse de, derûnî âleminde taşıdığı kederler ve acılar onu derinden etkilemeye devam eder. Bu durum, Hz. Mevlânâ’nın hikmetinin ve düşüncesinin en önemli unsurlarından biri olan insan ruhunun derinliği ve karmaşıklığı ile bağlantılıdır. Gönül yaralarının tedavisi, zahiri ilaçlarla değil, ancak derûnî bir tefekkür ve manevi bir terakki ile mümkündür. Beyitteki “Cevabını sen ver” ifadesi, okuyucuyu kendi gönül âlemine dönmeye ve kendi yaralarını keşfetmeye davet eder. Bu, herkesin derûnî âleminde gizli olan ve ancak kişinin kendisinin farkına varabileceği sırlar ve acılar bulunduğunun bir isbatıdır.
Makale Özeti
Bu makalede, farklı şairin hikmetli beyitleri üzerinden insan enaniyetinin ve tabiatının farklı veçheleri ele alınmıştır. Hâzık’ın beyitiyle, hırs ve kanaatsizliğin insanı zilletten kurtaramayacağı ve hakiki huzurun maddi varlıkta değil, kanaatle mutmain olmakta olduğu vurgulanmıştır. Yunus Emre’nin beyti, ilim ve ibadetin tek başına kâfi olmadığını, asıl olanın Hak’kı bilmek ve marifetullah olduğunu tasvir etmiştir. Ziya Paşa’nın beyti, derûnî sırların en umulmadık şekilde açığa çıkabileceği ve insanın kendisini başkalarından üstün görme yanılgısından sakınması gerektiği uyarısını taşır. Son olarak, Hz. Mevlânâ’nın beyti, gönül yarasının zahiri yaralardan daha derûnî ve görünmez olduğunu, bu yaranın ancak derûnî bir nazarla bulunabileceğini anlatır. Bütün bu mısralar, insanın derûnî ve zâhirî âlemi arasındaki zıtlık ve aykırılıkları ve bu iki âlemin birbiriyle nasıl bağlantılı olduğunu hikmetli bir şekilde tasvir eder.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
21/10/2025